İEK Türkiye platformu [Platform of the CWI in Turkey]

Koronavirüs ile birlikte dünya ekonomisi 2007/8 finansal krizinden daha da derin bir krize girerken, Türkiye’deki egemen sınıf Erdoğan’ın önderliğinde krizin faturasını işçilere çıkarıyor. Hükümet, çark dönsün patronlar kar yapmaya devam etsin diye işçiler fabrikalarda, madenlerde, şantiyelerde ve birçok işyerinde canı pahasına çalıştırılıyor. Meclis’de kanunlaşan yeni yasalar patronlara yararken, işçiler ya çalışmak zorunda kalıyor ya da ücretsiz izine çıkarılyor. Ama iktidar, her ne kadar sendikal örgütlenmeyi yasaklamak istese de, işçi sınıfı şimdiden patronlara karşı haklarını savumak için harakete geçiyor, ve bunların sayısı muhakkak artacaktır. 

İşte böyle bir dönemde, Committee for a Workers’ İnternational (İşçi Enternasyonel’i için Komite, IEK) üyeleri tarafından yazılan bu metin, işçi sınıfının siyasal temsiliyet sorununun nasıl çözülebileği ve sosyalist mücadelesinin nasıl inşaa edilebileceği konusunda bir katkı yapabilmek için yazılmıştır. 

1974 yılında kurulan CWİ, işçi sınfına ve Troçkist temellere dayanan uluslararası bir sosyalist örgüttür. Enternasyonelin en büyük seksiyonu olan İngiltere ve Galler seksiyonu Sosyalist Parti (eski ismi Militan Eğilim), 1983 yılında Liverpool belediyesini demokratik yollarla ele geçirmiş ve Demir Leydi Thatcher’a karşı bir mücadele başlatmıştır. 1983-7 yılları arasında Militan Eğilimin öncülüğünde Liverpool belediyesi binclerce ev, spor ve yüzme salonları inşaa etmişti ve binlerce iştihdan sağlamıştı. Bu dönemde bütün baskılara karşı gelmek için toplantılar, grevler ve mitingler düzenlendi, ve Militan Eğilim Liverpool işçi sınfında sadece sözleriyle değil yaptıklarıyla yer edindi. Bu deneyimden kısa süre sonra başlattığımız kampanya ise, 18 milyon insanın bir çeşit belediye vergisi olan Poll Tax’ı (kafa vergisi) ödememesi ile sonuçlanmıstı. Bunun sonucunda Demir Leydi Thatcher istifa etmek zorunda kaldı.

Amacımız; İEK’nin bu tecrüblerinden, programından ve metodlarından faydalanarak Türkiye işçi hareketine katkı yapmak ve kendi fikirlerimizi aktarmaktır. Bu metin ise son 20 yılın kısa bir özeti ve bundan sonra ne yapılması gerektiğine dair öneriler içeriyor. 

İEK Türkiye platformu  

şük ücretler, kötü konutlar, uzun çalışma saatleri ve en temel demokratik hakların ihlali, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki sağcı ve kapitalist parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) yarattığı rejimde olağan şeyler haline geldi. Türkiye’de işçi sınıfının karşı karşıya olduğu durumun vahameti göz önüne alındığında, bu rejimi devirmek ve yerine işçiler tarafından yönetilen demokratik sosyalist bir toplumla değiştirmek elzemdir. Bu dönüşüm için gerekli olan yöntem ve program tartışması yapabilmek için, aşağıda mevcut durumun kısa bir analizi yer almaktadır. 

Erdoğan’ın 2002 yılında başbakan olmasınından önce, Türkiye ekonomisi 2001 yılında patlak veren ve para biriminde devalüasyon ve enflasyonla sonuçlanan mali kriz sonrasında durgunluğa girdi. Bu, Türkiye tarihinin en büyük ekonomik  krizlerinden biriydi: enflasyon yüzde 70 seviyeselerine çıkmış, finans sistemi neredeyse çökmüş ve çoğunluğun yaşam standartları hızla bozulmuştu. Krizden kısa bir süre sonra, koalisyon hükümeti ekonomiyi ‘kurtarmak’ için IMF’ye kredi başvuruşunda bulunmuştu.  IMF, kredi’ye karşılık içinde kesintiler ve özelleştirmeler de dahil olan bir dizi yapısal reform yapılmasını uygun gördü. 

Erdoğan bu kurtarma planına çok iyi uydu. Hem dünya hem de Türkiye kapitalistleri, kendi başına hükümet kurabilen Erdogan’ı patronların çıkarlarını koruyabilecek bir politakacı olarak gördüler. Bunun nedeni,  Erdoğan’ın partisi oyların yüzde 34’ünü kazanmasına rağmen, parlamentoda kendi hükümetini kurmaya yetecek kadar çoğunluğa sahip olması. Erdoğan’ı, Kemalist bürokrasiden ülkeyi kurtarabilecek ve ülkeyi demokratikleştirebilecek bir figür olarak tasvir eden AB ve Türkiye’deki liberal/kapitalist yazarlar, Erdoğan’ı en başından beri desteklediler. 

Erdoğan, ortaya koyduğu politikalarla işçi sınıfının ve küçük burjuvazinin bazı kesimleri arasında da popülerdi. Kendisini ‘sistem karşıtı‘ bir figür olarak gösteren Erdoğan, yoksulluk ve yolsuzluğu ortadan kaldırma sözü verdi. Örgütü yoksul mahallelerde çalışmalar yaptı. Kemalist-askeri müdahalenin artması nedeniyle siyasetten ve toplumdan dışlandığını hisseden pek çok Müslüman, Erdoğan’ın Müslüman işçilerin karşı karşıya olduğu sorunları çözebileceği sonucuna vardı. Ancak en başından beri Erdoğan’ın işçi sınıfının çıkarlarını korumayacağı çok açıktı. Emekçiye, işçiye ekmek kırıntıları verirken, AKP çıkarmış olduğu bütün kanunlarda hep büyük patronların çıkarlarının gözetmiştir. Erdoğan iktidarı boyunca, fakir ve zengin arasındaki makas giderek daha genişledi ve genişlemeye devam etmektedir. 

IMF programının dikte ettiği gibi AKP, düzinelerce şirket ve sektörü özel şirketlere değerinin çok altına satmıştır. Türk Telekom, tütün ve alkollü içecek şirketi TEKEL ve çelik endüstrisi gibi ağır sanayilerin hemen hepsi AKP yönetiminin ilk birkaç yılında özelleştirildi. Raporlar, Türkiye tarihindeki tüm özelleştirmelerin yüzde 88’inin Erdoğan döneminde gerçekleştirildiğini öne sürüyor. 

AKP hükümetinin uyguladığı bu politikalar, iktidara geldiklerinde enflasyonu yüzde 10’un altına düşürmeyi başardı. 2002-2007 yılları arasında ülke ekonomisi yıllık yüzde 7,2 oranında büyüdü. Erdoğan’ın partisi,  havaalanları, köprüler, otoyollar ve lüks daireler gibi mega projeler de üstlendi –  yani işçi sınıfının pek yararlanamayacağı projeler.  Ancak Erdoğan’ın iktidarı boyunca övündüğü tüm  bu  görünürdeki  başarılar, yoğun emek sömürüsü ve büyük borçlanma zemininde gerçekleşti.

Bunun dışında Erdoğan, işçilerin haklarını baltalamak için yasaları etkili bir şekilde kullandı. Hem kamu hem de özel sektörde taşeronluk teşvik eden yasalarla, işçiler herhangi bir iş güvenliğinden mahrum bırakıldı. Parlamentoda geçirilen sendika karşıtı yasalar sendika üyeliğinde sayıca önemli bir azalmaya yol açtı. Diğer OECD ülkeleriyle karşılaştırıldığında, Türkiye sendika üyeliği açısından  en düşük ülkelerden biri  (işgücünün yüzde 8,6’sı sendikalı). Toplu sözleşme kapsamındaki işçilerin yüzdesini göz önüne aldığımızda durum daha da kasvetli: Türkiye’de işçilerin sadece yüzde 7,02’si toplu sözleşme kapsamında, İngiltere’de ise bu oran yüzde 26,30 oranında. Bu sayılar her ne kadar düşük de olsa, karamsar olmaya yine de gerek yok. 

Türkiye işçi hareketinin liderleri bu politikaları durdurmak için Erdoğan’ı alt etmeye hazır olmasa da, işçiler tarafından yüzlerce grev ve protesto gösterisi düzenlendi. Bu, Türkiye’deki işçi sınıfının mücadeleci ve sosyalist geleneklerin mirasıdır. Zonguldak’ta 1990-1991’de özelleştirmeleri ve maden ocaklarının kapatılmalarını durdurmak isteyen madencilerin önderliğinde 100,000’den fazla emekçi insan, ekonomik liberalleşmeye yönelik adımlar atan Turgut Özal’ın neoliberal hükümetine karşı şehir çapında bir grev düzenlemişti. Bu direnişten sonra yapılan genel seçimde, patron sınıfınının temsilcisini, yani Özal’ı işçi sınıfı sandıkta devirmişti. 

Benzer bir şekilde, TEKEL direnişi Türkiye’deki egemen sınıfı bir kez daha korkuttu. Bu kez  Özal değil,  Erdoğan militan – yani mücadeleci – işçilerle karşı karşıya  geldi.  Aralık 2009’da hükümet, TEKEL’in özelleştirilmesinin ardından, 12 TEKEL fabrikasının kapatılcağını ve 10 bin Tekel işçilerini diğer kamu sektöründeki işlerde geçici sözleşmelerde ve yüzde 40’a varan maaş kesintileriyle yeniden görevlendiriceğini duyurdu. Bu da endüstriyel eyleme yol açtı ve 12 bin işçi Ankara’daki AKP genel merkezinin önünde 78 gün süren bir eylem düzenledi. Şubat 2010’da on binlerce işçi Türk-İş‘in bir günlük genel grevine katıldı. Ankara’da düzenlenen bu eylemlerde yaklaşık 100bin işçi katıldı. Turk-iş yönetimi tüm bu süreç boyunca her ne kadar bu kararlığı sonlandırmak istesede, sendika yönetimi TEKEL işçisinin önünde duramadı. Bu muazzam grev, Türkiye’de işçi sınıfının yürüttüğü son kitlesel mücadeleydi.

TEKEL direnişi, Türkiye’deki işçi hareketindeki militanlığının bir göstergesidir. Bu grev ve son birkaç yıldır düzenlenen diğer grevler, Erdoğan’ı devirmek için işçi sınıfının birleşik ve kitlesel mücadelenisin ne kadar önemli olduğunun altını çiziyor.

Bu endüstriyel mücadelerin yanı sıra, kadınların, Kürtlerin, Alevilerin, çevrecilerin, LGBT+ insanların ve diğer grupların mücadeleleri, toplumun geniş katmanlarının radikalleşmesinde önemli rol oynamaktadır. Kadına yönelik şiddet Erdoğan’ın yönetimi altında rekor seviyelere ulaştı – 2019 yılında 474 kadın öldürüldü. Bu, son 10 yıldaki en yüksek rakam. LGBT’liler şiddet ve ayrımcılığa karşı etkileyici gösteriler düzenliyor. Altınını çizmekte fayda var: İEK, Kürt halkıyla, LGBT’lilerle ve rejim tarafından ezilen bütün gruplarla dayanışma içerisindedir. (Bu konular hakkında ileryen dönemlerde daha fazla ve detaylı yazılar yazılacaktır.) 

Ancak, özellikle bazı sosyalist/sol örgütlerin kimlik siyaseti yaptığı böylesi bir dönemde, Marksistlerin başlıca görevi kitlesel bir işçi sınıfı hareketinin inşaası ve baskısız, sömürüsüz ve demokratik bir sosyalist toplum için tüm işçilerin mücadelelerini örmektir. Güçlü işyeri örgütleri, asağıdan yakarıya bir örgütlenme modelini esas alan mücadeleci sendikalar, ve işçi sınıfının siyasal temsiliyet sorununu çözmek için bir mücadele şart. Bu aynı zamanda bir kitlesel işçi partisi kurmayı gerektiyor. Böylesine bir parti, işçileri, gençleri ve bütün sol güçleri kavrayan, emek-eksenli, sıfının taleplerini yükselten ve sosyalist programa sahip bir parti olması gerekiyor. 

2016 darbesi sonrası

AKP rejiminin istikrarına zedeleyen 2013’den beri yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmeler, patronların temsilcisi Erdogan’dan kurtulmak ve kitlesel bir işçi sınıfı hareketi inşaa etmek için yeni fırsatlar yaratıyor. Gezi direnişi ve 2016’daki darbe girişimi sonrasında yaşananlar – muhalif aktivistlere yönelik baskılar,  Kürt kentlerindeki artan baskılar,  işçi karşıtı kararnameler ve ekonomik kriz – işçi sıfınının yararına hareket eden bağımsız bir emek hareketi kurma ihtiyacının bir  göstergesidir.

2016 yılında dinci Gülen harekteti ve onun ordu içerisindeki fraksiyonun başarasız darbe girişimi sonrasında, sendikacılara, memurlara, Kürtlere, öğretmenlere, yani AKP karşıtlarına yönelik bir darbe yapıldı. Aslında Erdoğan, siyasi hayatı boyunca sadece Gülen haretiyle birlikte hareket etmemiş aynı zamanda onlardan ders almıştır. Zira Erdoğan, aynı Gülen hareketi gibi bürokraside, orduda, yargıda ve tüm devlet kurumlarında kendi adamlarını yerleştirdi. Bu dönemde AKP devlet mekanizmasının tamamını ele geçirdi. 1990’lardan bu yana tüm üst düzey siyasetçi ve bürokratlarla yakın ilişki kuran Gülen hareketi, çıkar çatışması olana kadar AKP ile yakın ortaktı.

Darbe girişiminden kısa bir süre sonra olağanüstü hal ilan eden Erdoğan, uzun zamandır planladığı tek adam rejimini yasal zemine oturttu. Devlet bürokrasisi, medya ve ordu üzerindeki hakimiyetini sıkılaştırdı. Bu, Erdoğan açısından gerekli bir adımdı, çünkü Erdoğan’ın her zaman övündüğü etkileyici ekonomik büyümede bir düşüş yaşandı ve Erdoğan destekçileri ile muhalefet arasında toplumda büyüyen bir kutuplaşma vardı.

Darbeden bu yana Erdoğan, HDP’nin sol görüşlü liderleri  Selehattin  Demirtaş  ve  Figen  Yüksekdağı PKK militanları için propaganda yapmakla suçlayarak gözaltına aldı. Birçok HDP milletvekili, Kürt siyasetçileri ve gençler gözaltına alındı. Hatta Amed’deki (Diyarbakır) Nevroz kutlamalarında 23 yaşındaki Kemal Kurkut polis tarafından öldürüldü. Çok sayıda Kürt şehrinin demokratik olarak seçilmiş belediye başkanları da keyfi olarak görevden alındı ve yerlerine kayyum atandı. Devlet, Türkiye’de yaşayan Kürtlere karşı savaşı kızıştırarak yüzlerce sivilin ölümüne yol açtı. Türkiye’deki bazı Kürt kasabaları, Türk ordusunun gelişi güzel bombalanmasıyla kelimenin tam anlamıyla yıkıldı.

Tüm muhalif aktivistlere yönelik bu vahşi saldırılar, başarısız darbe girişiminden bir yıl sonra, 2017’deki anayasa değişikliğinin temelini oluşturarak, Erdoğan’ın Türkiye’yi daha önce görülmemiş üstün yetkiler verdiği Başkanlık sistemini kurdu. Bu sistem, güçler ayrılığı gibi en temel burjuva hakları yok sayıyor ve Cumhurbaşkanı‘nın Meclis’in feshini onaylamasını sağlıyor. Kararnamelerle Cumhurbaşkanı, grevlerin  ertelenmesi de dahil olmak üzere parlamentonun onayı olmadan önemli kararlar alabilir.  

Kapitalist yorumcular bu yeni anayasaya karşı olduklarını dile getirseler de, iş adamlarıyla dolu bir salonda yaptığı konuşmada Erdoğan, yeni anayasanın kendisine grevleri askıya alma yetkisi verdiğini açıkça belirtti ve yarattığı rejimin işçi hareketinin gücünü nasıl başarılı bir şekilde engellediğini de dile getirdi. Ve açık olmak gerekirse, kapitalistler söz konusu olduğunda, Erdoğan’ın yarattığı bu antidemokratik rejim, özel mülkiyeti koruduğu ve kârı arttırdığı sürece kapitalizmle uyumludur. 

Siyasi çıkmazı kırmak

Erdoğan’ın 18 yıllık iktidarı boyunca kitlesel işçi partisinin olmaması, Erdoğan’ın neoliberal bir program uygulamasına, Kürtlere saldırmasına ve anti-demokratik tedbirler uygulayarak devlet bürokrasisi üzerindeki hakimiyetini sıkılaştırmasına yol açtı. Eğer böyle bir parti olsaydı, Erdoğan türk milliyetçiliğini işçilere saldırmak için bir kılıf olarak ortaya koymaya çalıştığında pek çok kez başarısız olurdu.  Kendisini ‘halkın adamı‘ olarak göstermekten de başarısız olurdu. Erdoğan’ın neoliberal programının aksine net bir sosyalist program ortaya koymak, Türkiye’deki siyasi durumu işçi sınıfının lehine dönüştürecektir. 

Kitlesel bir işçi hareketinin yokluğunu bugün derinden hissedilmesinin nedeni birkaç nedenden dolayıdır. Birincisi,  kapitalist sınıf arasında Erdoğan’ın uluslararası sermayenin çıkarlarını güvenilir bir şekilde temsil edip etmeyeceği konusunda giderek artan bir endişe var. Kapitalist yorumcular, Merkez Bankası‘nın son başkanının Erdoğan tarafından görevden alınmasıyla merkez bankasının bağımsızlığıyla ilgili kaygılarını dile getiriyorlar. Ekonomi kötü gidiyor ve Erdoğan IMF ile anlaşma yapmayı reddediyor. Financial Times gazetesinin İstanbul’daki  tekrarlanan seçim sonuçları sonrasında yazdığı başyazıda, bu konular gündeme getiriliyor ve AKP’nin sürdürülebilir büyüme ve istihdam yaratılmasına yol açacak ekonomik reformlara odaklanması gerektiği öne sürülüyor.

AKP’nin eski ekonomi bakanı Ali Babacan da bu sorunlara değiniyor ve AKP’ye alternatif olarak yeni bir sağcı ve kapitalist parti kurdu. Babacan, kapitalistlerden destek görmeyi umuyor. Aynı şekilde, eski başbakan Ahmet Davutoğlu da yeni parti kurdu. Bu yeni partiler belki bazı kapitalistlerin desteğini alabilseler de, halk bazında AKP’nin gülünç bir kopyası olarak görülcektir ve sandıkta başarasız olmaları çok büyük bir olasılık. 

İkincisi, son mali krizden sonra işçi sınıfı ve orta sınıf için yaşam standartları hızla kötüleşiyor. Resmi enflasyon Aralık 2018’de yüzde 25’e yükselse de reel enflasyonun yüzde 40′ın üzerinde olduğu tahmin edildi. Devlet tarafından yayınlan en son raporda enflasyonunun son 3 yılın en düşük seviyesinde olduğu söylenmişti. Et, sebze ve elektrik gibi en temel ihtiyaçları tüketmekte giderek zorlanan insanların çoğu için bu rapor gülünçtür. 

Gerçek şu ki, işçi sınıfı ve orta sınıf insanlar arasında artan bir öfke var. İşsizlik son bir yılda bir milyondan fazla arttı. Genç işsizliği yüzde 25 ile rekor seviyelere ulaştı. Ekonomideki küresel yavaşlama, Türkiye ekonomisine de daha fazla baskı uyguluyor. Ford ve Honda gibi küresel şirketler Türkiye’deki otomobil fabrikalarını kapatmaya hazırlanıyor, bu da demek oluyor ki binlerce işçi işini kaybedecek. Bugüne kadar uyguladığı işçi karşıtı politakalar yetmezmiş gibi, Erdoğan tazminat ve diğer refah politikalarında da değişiklikler yaparak işçi sınıfının kazanımlarına yönelik bir saldırı gerçekleştirmeye hazırlanıyor.

Bu nedenle son yerel seçimlerin sonuçları, İstanbul, Ankara ve Bursa gibi sanayi kentlerindeki artan yoksulluğun ve öfkenin bir ifadesidir. İşçi sınıfı, artan geçim masraflarıdan, işsizlikden ve artan ev kiralarıdan artık bıktı. AKP’ye oy vermiş birçok insan kendileri ve AKP yetkileri arasındaki sınıf farkların daha da belirginleştiğin farkına varıyorlar. (Eğer kitlesel bir işçi partisi olsa bu daha da erken ve kalıcı olabilirdi). Bunun da üzerine, Ekonomi Bakanı  Berat  Albayrak, Eylül 2019’da AKP’nin bir dizi yapısal reform olan 2020-22 Yeni Ekonomi Programı‘nı başlatacağını duyurdu. Yüzde 5’lik bir büyüme ve enflasyonu yüzde 8,5’in altına düşürmeyi amaçlayan bu iyimser program, ya da başka bir deyişle kandırmaca program, krizi işçi sınıfına ödetmek istiyor. Gerçek şu ki, bu bir özelleştirme, düşük kurumlar vergisi ve emek sömürüsü üstüne kurulmuş bir program. İşçi sınıfına fayda sağlayacak bir politika içermez.

Erdoğan rejiminin, özellikle yerel toplumlar için önemli bir sorun olan ve son birkaç yıldır düzenlenen büyük protestoların sayısına da yansıyan çevresel yıkıma yol açan proje veya yasaları uygulama konusunda da kötü bir sicili var. Karadenizde ve başka yerlerde hidroelektrik santrallerinin inşası, yerel halkın doğayı savunmak için düzenlediği protestolara yol açtı. Benzer şekilde, Batman’da 12 bin yıllık bir antik kent olan Hasankeyf’in de baraj inşa etmek için yıkılması, Türkiye’de yerel protestolara ve kitlesel protestolara yol açtı. Erdoğan, kapitalizmin temsilcisi olarak,  patronlar kar elde etsin diye tüm yeşil alanları ve antik kentleri pervasızca yok ediyor.

Sonuç olarak, tıpkı Gezi direnişi gibi, Erdogan’ın neoliberal ve antidemokratik yönetimine karşı yeni bir toplumsal patlama olması hiç hafife alınacak bir ihtimal değil. 2013’de, Gezi Parkının yıkılıp yerine topçu kışlası yapılması planına karşılık milyonlarca kişi Taksim meydanı’nı doldurmuştu. Bu ayaklanma, Erdogan’ı geri adım atmaya zorlamış ve Gezi Parkı korunmuştu, ancak ne düzeni ne de hükümeti devirebilmişti.. Tam tersine, kendi tabanını sıkılaştırmak isteyen Erdoğan, giderek daha da zorbalaştı. Solun, son yılların en büyük halk ayanlanması olan Gezi’yi iyi anlayıp tartışması gerekiyor. Ama bizce sınıflar arası bir hareket olan Gezi’nin hükümeti devirememesinin hatta zayıflatamamasının en önemli nedenlerinden biri Gezi’nin ne demokratik temellere dayanan bir liderliğe ne de emek-eksenli bir programa sahip olmasıdır. Eğer işçi sınıfı grevler yaparak ve demokratik işçi komiteleri kurarak hareketi yönetseydi, isyan Erdoğan’ı devirebilir, hatta sosyalist bir toplum bile kurabilirdi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)  ve Halkların Demokratik Partisi  (HDP)

AKP’nin 2002 yılında hükümet kurmasından bu yana, ana muhalefet partisi CHP olmuştur. Kemalizm’in devletin önderliği altında özel teşebbüşe dayanan ekonomik kalkınma modelini benimseyen CHP, işçilere yönelik sınırlı reformlar sözü veren düpedüz kapitalist bir partidir. Ancak 1970’lerde bu yana parti Ecevit liderliğinde merkez sola kaymış ve DİSK ile yakın ilişkiler kurmuştur. Ama sola azıcık yakınlaşma ya da kendisini sosyal demokrat olarak tanıtmak CHP’nin sınıf karakterini değiştirmez – son tahlilde CHP kapitalist partidir. Ve her kapitalist parti gibi CHP yönetiminin işçi sınfını örgütlemek gibi bir derdi yoktur; onlar için temel olan şeylerden biri kapitalistlerin gözüne girmek. Bu yüzden CHP daha çok en temel burjuva talepleri olan ifade özgürlüğü ve güçler ayrılığı gibi konuları savunuyor. Ancak kapitalist sınıfın derdi demokrasiden ziyade kar yapmak ve sistemi korumaktır. Öte yandan, özelleştirmelere sözlü olarak karşı çıksa da, CHP hiç şüphesiz neoliberal politikaları kendisini uygulayacaktır.

AKP’nin 18 yıllık iktidarının her kritik aşamasında CHP feci bir rol oynadı. CHP yönetimi, kitlesel bir işçi sınıfı hareketinin, sermaye yanlısı CHP’yi saha dışı etmesinden, yani parlamento ve yerel meclislerde sandalyelerini kaybedeceklerinden ve böylece tüm ayrıcalıklarını da kaybedeceklerinden korkuyor. Belki de AKP ve CHP arasında işçilerin gözünde hiç bir fark olmadığının göstergesi Aralık 2018’de Izmir’de demiryolu işçileri tarafından düzenlenen grevdi. CHP’li İzmir belediyesi ve Ulaştırma Bakanlığına bağlı olan İZBAN işçileri, artan enflasyon sebebiyle ücret zammı istedi. Görüşmeler bozulduktan sonra demiryolu işçileri greve gitti, bunun karşıllığında dönemin CHP belediyesi işçileri dağıtmak için çevik kuvveti çağırdı. Grevin diğer kentlere de yayılmasından korkan Erdoğan müdahale etti ve grevi askıya aldı. Bu sadece Türkiye’deki işçi militanlığının bir göstergesi değil, aynı zamanda CHP’nin gerçek sınıf karakterini de ortaya koyuyor. 

Sonuç olarak, CHP’nin yönetimini ve programını eleştirmeliz; ancak CHP’nin reforma uğratılabileceği ya da bir mücadele örgütüne dönüştürülebileceği yanılsaması olmamalıdır. CHP yönetiminin sınıfsal karakteri,  Erdoğan rejimine karşı sosyalist, işçi yanlısı bir mücadele yaratma mücadelesinde bir engel teşkil edeceği anlamına geliyor. CHP’deki tüm sendikacılara, sosyalistlere, gençlere ve emeğı savunan herkese bir çağrı yapılması gerekiyor: sermaye yanlısı CHP’den ayrılın ve yerine işçi sınfının ve ezilenlerin sosyalist programa sahip alternatif kitle partisini kuralım. 

HDP’nin kurulması ise Türkiye’de devlet baskısı altında yaşayan ve emeği patronlarca sömürülen milyonlarca Kürdü heyecanlandırdı. HDP’nin öne sürdüğü sol politikalar bütün eksiklerine rağmen Türkiye’deki siyasi durumu dönüştürmek için neler yapılabileceğine dair bir ipucu verdi. 2015’de HDP’nin bağımsız adaylar yerine sol bir manifestoya dayanan siyasi bir parti olarak katılması, Türk işçilere ulaşmak ve onların da desteğini almak için önemli bir adımdı. HDP’nin bu radikal politikası, nerdeyse tüm ana akım sağcı ve sermaye yanlısı partilerin gündeminden bir kopmaydı ve bu nedenle İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerde azımsanmayacak ölçüde destek alabildiler. HDP’nin programatik ve yönetim bazındaki bütün eksiklerine rağmen o tarihten bu yana yüzde 10 barajını aşmayı başarmış ve meclise girmiş olması, Türk işçi sınıfına yapılan bir çağrının yanıt aldığının bir göstergesidir.  Ve bu zaferin devlet baskısı altında, katliamlar olurken ve HDP binaları ve mitingleri aşırı sağ milliyetçilerin saldırısına uğrarken gerçekleştiğini unutmamalıyız. 

Ancak Türk ve Kürt işçilerin sonunda hükümete karşı birleşik bir mücadele oluşturmayı başarabileceğinden korkan Erdoğan, bir kez daha böl ve yönet taktiğini uyguladı ve Kürt kentlerinde kanlı bir saldırı başlattı. Türk ordusuyla Kürt militanlar arasındaki çatışma yüzlerce Kürt sivilin ölümüyle sonuçlandı. Buna tepki olarak bazı Kürt grupları bireysel terör saldırıları düzenleyerek Ankara ve İstanbul’da düzinelerce sivili öldürdüler. Hükümet bu terör eylemlerini Kürt halkına saldırmak için bahane olarak kullandı ve Kürt kentlerinde baskıya arttırdı. Erdoğan, muhalefeti bölmek ve HDP ve destekçilerini şeytanlaştırmak için Türk milliyetçiliğini kullanıyor. 

Erdoğan rejiminin milliyetçiliği kamçılamada başarılı olmasının nedenlerinden biri de tek devleti ve tek milleti savunan Kemalist mirastır. Kürdistan’ın kurulmasına Türk halkı arasında sağlam bir muhalefet var ve pek çok kişi Türkiye’nin ‘toprak bütünlüğünü’ savunuyor. Oysa böyle düşünenlerin isteyerek ve ya istemeyerek savundukları şey egemen sınıfların çıkarlarıdır. Tabii ki de emperyalistlere karşı mücadele edilmeli, ancak bunun yolu birbirimizi suçlamak değil işçi sınfı olarak mücadele etmektir.  Türkiye Komünist Partisi  (TKP)  kendi kaderini tayin hakkını resmi olarak savunsa da, pratikte kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına da karşı çıkıyorlar.  

Türk ordusu ile Kürtler arasındaki savaşın daha önce de belirtildiği gibi tırmanması insani bir felakete yol açtı ve Kürtlerin karşı karşıya olduğu korkunç durumun altını çizdi. ABD’nin bölgeden çekilme kararının ardından Rojava’da (Kuzey Suriye) Kürtlere yönelik son saldırılar onlarca sivilin ölümüne yol açtı; Birleşmiş Milletler’e göre 100 binden fazla insan evlerini terk etmek zorunda kaldı; su kaynakları kesildi ve yaklaşık yarım milyon insan kesintilerden etkilendi. Son gelişmelerden iki sonuç çıkarabiliriz. Birincisi, emperyalist güçlere asla güven olamaz, iki, Kürt halkı ancak kendi öz örgütlenmelerine ve sınıf dayanışmasına güvenebilir.  Patronlara ve emperyalistlere karşı birleşik bir mücadele, kendi kaderini tayin hakkı da dahil olmak üzere kültürel ve ulusal hakları savunmanın tek yoludur. Bu mücadelenin bir parçası olarak, sosyalist bir programa dayanan kitlesel işçi partilerin kurulması bölgedeki siyasi durumu değiştirebilir. Yinelemekte fayda var; TKP’nin aksine İEK (Committee for a Workers’ İnternational; İşçi Enternasyoneli için Komite) Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkını destekliyor, ve buna isterlerse tam özerk demokratik haklar, bağımsız devletlerin kurulması veya tüm Kürtlerin ortak bir devletin kurulması dahil olmak üzere. 

Türkiye’deki sol ve Kürt yanlısı bir parti olan HDP, sosyalist bir programa dayanan kitlesel işçi partisi kurma sürecinin bir parçası olma potansiyeline sahip. Erdoğan’ın HDP’yi kriminalize etmeye yönelik girişimlerine rağmen,  bu parti  Türkiye’de sıradan insanların sesini yükseltmek için hayati bir rol oynamaya devam ediyor.  Manifestosunda HDP; kilit sektörleri kamulaştırma, asgari ücretin yükseltileştirilmesi ve sendikal hakların geri getirilmesini vaat ediyor. Bu politikalar, sınırlı da olsa, toplumun geniş katmanlarını harekete geçerebilecek bir potansiyele sahiptir. Bu politikalar Türkiye sendika hareketine de haraket geçirebilir, patronların adamı olan Erdoğan’ı tahtından etmek için kitlesel bir sınıf hareketinin önünü açabilir. 

Kuşkusuz bu politikalar, HDP’ye zaten destek veren pek çok Kürt işçiyi heyecanlandırdı. HDP’nin Kürt partisi olarak görüldüğü göz önüne alındığında, bir Türk işçisi HDP’nin işçi sınıfına ne teklif ettiğinin farkında değil. Eğer HDP katıldığı her seçimde cesurca emek-eksenli sosyalist politikalar ortaya koysaydı, sadece Kürt işçileri değil Türk işçilerini de heyecanlandırabilirdi. Eğer HDP işçi örgütleri olan sendikalarla birlikte ülke çapında protestolar organize etse ve büyük şirketlerle bankaların kamulaştırması ve benzer sosyalist talepler dile getirse, HDP kitlesel bir işçi partisine dönüşebilir. Böyle bir parti, sendikaları, yani örgütlü işçi sınıfını merkeze alan ve aynı zamanda demokratik ve bütün sol örgütlere açık bir yapıya sahip olabilir. Ama böyle bir partinin temel noktası işçi sınfına ve ezilenlere yönelik sosyalist bir programa sahip olmasıdır. Uzun lafın kısası, eğer HDP emek-eksenli ve sosyalist bir yaklaşım benimser ve Türk işçilerine sınf çağrısı yaparsa, o zaman HDP seçim barajını sadece rahatca geçmez aynı zamanda sol/sosyalist bir hükümet ciddi bir olasılık haline gelebilir. 

Ancak HDP’nin yönetimi bu tür bir yaklaşımdan uzak. Kürt kentlerinde yaşanan son kayyum atamalarından sonra, HDP liderleri toplumdaki farklı güçlerle geniş bir ittifak arayışındalardı. Ne yazık ki bu, Türkiye’deki kapitalist sınıfın çıkarlarını temsil eden bir örgüt olan Türk Sanayi ve İş Adamları Derneği’ni (TÜSİAD) ziyaret etmeyi de içeriyordu. HDP, kapitalist sınıfın bir kesimiyle ittifak kurmak yerine, tüm işçi sınıfına bir sınıf çağrısı yapmalı ve baskı ve yoksulluğa son vermek için sermaye yanlısı Erdoğan hükümetine karşı işçi sınıfını harekete geçirmeli – bu demokratik haklar kazanmak için de önemlidir. HDP’nin programatik ve örgütsel eksikleri, HDP’nin işçi sınıfının çıkarlarını savunan kitlesel işçi partisi kurma sürecinin bir parçası olması için bir kampanya başlatılması gerektiğinin altını çiziyor. Sosyalistler için bir diğer önemli görev de HDP’nin program ve yöntemlerinde kimlik siyasetinin etkisine karşı mücadele etmektir. HDP’nin bu tür bir dönüşümü, Kürt/Türk  işçilerin partideki liderlik mevkilerine seçilmesini gerektirecektir.

Bugüne kadar, kendilerine Marksist diyen gruplar da dahil olmak üzere HDP içindeki bileşen örgütler, HDP’yi işçi yanlısı bir örgüte dönüştürmekte beceriksizdiler ve çoğu zaman tam tersi oldu ve sosyalist örgütler programlarını hafiflettiler ve kapitalist düzende demokratik haklar kazanılcağını varsaydılar. Aşamacı fikirler Marksizme yabancıdır – kapitalist düzende kalıcı demokratik kazanç olamaz. Marksizmin bu temel noktası kavrayamamın sonucu, HDP’deki sol örgütler sol reformcu liderlere adapte oldu onları sola itmek yerine. Belirtmekte fayda var: IEK (CWİ), ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, seçme ve seçilme hakkını, sendikal örgütlenme ve grev hakları da dahil olmak üzere tüm demokratik hakları kazanma ve savunma mücadelesinde en ön saftatır; ama biz ayrıca demokratik haklar mücadelesinin aynı zamanda sosyalizm mücadelesiyle bütünleşmiş olduğunu savunuyoruz. Başka bir deyişle İEK, işçilerin lehine olan bütün reformlar için hergün mücadele eder ama kalıcı kazanımlar elde etmek için sosyalist toplumunun, yani devrimin şart olduğunu savunur. 

Sendika

Güçlü sınıf sendikacılık geleneğine sahip olan Türkiye işçi hareketi, gelişen olaylara tekrar damgasını  vurması gerekiyor. Unutmamlıyız ki geçmişte, sendikacılar işçi sınfınını harekete geçirmiş ve kendi konfederasyonunu ve partisini kurmuştu. 1961 yılında 12 sınıf sendikacısı,  sosyalist bir programla parlamentoya seçilen ilk ve tek parti olan Türkiye İşçi Partisi adında sosyalist bir parti kurdu. 1967’de Metal İşçileri Sendikası‘nın yönetimi, diğer sendikalarla birlikte devlet kontrolündeki Türk-İş‘ten ayrıldı ve işçi sınıfının çıkarlarını temsil eden Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) adında bağımsız yeni bir militan konfederasyon kurdu. 1975 yılına gelindiğinde DİSK’in 700.000’den fazla üyesi vardı. 1961 Saraçhane mitingi, 1963 Kavel direnişi, 1965 Zongulak madenci grevi, 1966 Paşabahçe grevi, 1970’deki 15/16 Haziran direnişi ve yüzlercesi, işçi sınıfının ne kadar militan bir geçmişinin olduğunu gözler önüne seriyor. 

İşçi sınıfının geçmişte militan, sosyalist örgütler kurmuş olması, toplumda, yalnızca Erdoğan’ı değil kapitalist sistemi devirebilecek tek gücün işçi sınıfı olduğunu kanıtlıyor. Sendikalar, işçi sınıfının kitle örgütleri olarak, Erdoğan rejimine karşı mücadelede öncülük etmek zorundalar. DİSK yönetimi her ne kadar kendisini militan sendikacılığın varisleri olarak görse de, işçi sınıfını ve toplumdaki ezilen katmanları harekete geçirebilecek girişimler başlatacak kadar cesur ve kararlı değiller. Özellikle AKP’nin daha da kısır neoliberal politikalar uygulayacağı ve işçi haklarına saldıracağı bir dönemde, sol sendika liderleri, tüm işçilerin işlerini, haklarını ve ücretlerini savunmak için kitlesel, işçi sınıfı mücadelesi başlatmalılardır. Başka bir deyişle, sendikalardaki işçilerin organize olup sendika bürokrasisiyle mücadele etmesi ve sendikaların demokratik ve mücadeleci organlara dönüştürülebilmeleri gerekmektedir. Sendikacılık bir meslek değildir; her seçilmiş yönetici bir işçi ne kadar kazanıyorsa o da o kadar kazanmalı

Öte yandan, Türk-İş gibi sağ görüşlü sendikaların üyelerine bir çağrıda bulunulması gerekiyor. Son 20 yıldır belki de Türkiye’deki en militan işçi eylemleri Türk-İş işçileri tarafından düzenlendi. İşçiler, sendikalarının liderliğini kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeye zorlayabildiler. Türk-iş geçmişte protestolar ve grevler organize etse bile, bu Türk-iş‘in yönetiminin işçi sınıfının haklarını temsil ettiği anlamına gelmez – bu sendika, hükümet ve işçiler arasında sadece arabuluculuk yapan sağ görüşlü bir  sendikadır. 

500 binden fazla kamu çalışanını kapsayan Türk-iş ve hükümet aradındaki son toplu sözleşme, yüzde 8’lik maaş artışının resmi enflasyon seviyesinin altında olması nedeniyle pek çok Türk-iş üyesini hayal kırıklığına uğrattı. Anlaşmanın ardından Evrensel gazetesi tarafından hazırlanan bir makalede, Zonguldak’taki madencilerin  yeni bir sendika kurmaya hazırlandığı bildirildi. Bu nedenle, önümüzdeki dönemde işçiler sendika bürokratlarına karşı mücadele edebilir ve yeni oluşumlar ortaya çıkabilir. 

Dahası, son birkaç yıldır işçiler tarafından düzenlenen düzinelerce grev, Türkiye’de işçi sınıfının kararlılığını ve mücadeleciliğini gösteriyor. Geçen yıl Flormar adlı bir kozmetik fabrikasında çalışan kadın işçiler, sendikalı oldukları için işten atılan arkadaşları için grev organize ettiler ve işyerinde sendikanın tanınmasını talep ettiler; ve bunun sonucunda kazandılar! Metal işçileri, kömür madencileri ve inşaat işçileri de maaş, çalışma koşulları ve emekli aylıkları konusunda çok sayıda grev eyleminde yer aldılar. 

İşçi sınıfının karşı karşıya olduğu durum, son ekonomik krizle birlikte daha da kötüleşti. Zenginler zenginliklerini artırırken, hem işçi sınıfının hem de orta sınıfın yaşam standartları kötüye gidiyor. Erdoğan, Yeni Ekonomik Program aracılığıyla işçi sınıfına yönelik daha da acımasız bir saldırı hazırlığında. Sendikaların acil olarak işçi sınfının haklarını savunmak için protestolar ve grevler organize etmesi gerekiyor, ki bu genel greve de yol açabilir. Bu protestolar ve grevlerde, son 20-40 yıl içinde özelleştirilen bütün şirketlerin kamulaştırılması  ve sendika karşıtı yasaların kaldırılması gibi net sınıf taleplerinin artırılması, Erdoğan’ı devirmek için sosyalist bir programa sahip kitlesel bir işçi sınıfı hareketi inşa etmek için heyecan verici bir etki yaratabilir. 

Türkiye’de ve uluslararası alanda sosyalizm için mücadele

 Güçlü bir işçi sınıfının varlığına rağmen, kitlesel işçi partisinin yokluğu, Erdoğan rejiminin neredeyse yirmi yıl boyunca iktidara tutunmasını sağladı. 1990’ların sonlarında kitlesel işçi partisi kurmaya çalışarak solu birleştirmek için girişimler olsada, işçi sınıfının çıkarlarını savunmak için net bakışıları olmadığı ve geçmişte takılı kaldıkları için bunlar beyhude girişimlerdi. Bu nedenle sol partiler, Erdoğan rejiminin yarattığı güçlüklere hazır değillerdi. Bu dönemde kimlik siyaseti de solda daha etkin hale gelmeye başlamıştı.  

Fatih  Mehmet  Macoğlu’nun Dersim’de seçilmesi bu açıdan, HDP dışındaki diğer sol partilerin sandıkta başarısız olduğu bir dönemde sosyalist fikirleri ilerletmek için önemli bir gelişmedir.  Macoğlu’nun son dört yılda elde ettiği istihdam yaratma ve yerel yönetimin demokratikleşmesi gibi başarıları, Türkiye’nin dört bir yanında milyonlarca insanı büyüledi ve sosyalistlerin neler başarabileceklerine dair bir örnek teşkil etti. Ama tek bir sosyalist belediye başkanı ile işçi sınıfı için uzun ömürlü kazanımlar kazanmak yeterli değildir.  Macoğlu’nun Türkiye’deki popülaritesi göz önüne alındığında, sendikalarla birlikte ulusal bir kampanya başlatmalı ve bunu bir iş, ev ve hizmet programına bağlamalı.

Daha da önemlisi, Türkiye’deki İşçi sınfının işyerlerinde örgütleyebilecek, işçileri ve gençleri harekete geçirebilecek, protestolar ve mitingler organize edecek ve işçi sınıfını siyasal bakımdan temsil etmek için seçimlere girecek siyasal bir platforma ihtiyacı var. Yani kitlesel bir işçi partisinin ve güçlü sendikaların kurulması elzemdir.  

Sendikalar ve HDP’nin yanı sıra, Türkiye’nin en büyük dört sol partisi olan ve binlerce militan işçinin üyeliğini yaptığı – Komünist Parti (TKP), EMEK Partisi, Sol Parti ve Türkiye İşçi Partisi (TIP), İEK’nın da parçası olmak isteyeceği yeni bir kitle işçi partisi kurma sürecinin bir parçası olabilir; bunun amacı birlikte işçilerin ve ezilenlerin hakkını korumaktır. Türkiye’deki işçi hareketindeki farklı mezhep ve eğilimlerin birleşmesi olan diğer solu birleştirme girişimlerinden farklı olarak, yeni işçi partisi örgütlü işçi sınıfı tarafından yönetilmeli ve tüm sınıf savaşçıları ve gençleri içermelidir. Böyle bir cephe, milyonlarca işçiyi Erdoğan rejimine karşı birleşik ve eşgüdümlü bir mücadele oluşturmak, işçilerin maaşlarını, çalışma koşullarını ve demokratik haklarını savunmak için cesaretendirmeye ve heyecanlandırma potansiyaline sahip. Bu da toplumun sosyalist dönüşümüne zemin hazırlayabilir.

Ancak Gezi Parkı İsyanı‘ndan sonra TKP içinde üç ayrı partinin, TKP, TKH ve TİP’in  kurulmasına yol açan bölünme, bu örgütlerin içinde yaşadığımız dönemin karmaşıklığını, özellikle de yeni sol reformcu partilerin oluşumunu kavrayamadığını göstermektedir.  TKP tamamen sekter bir yaklaşımı benimsiyor ve HDP’yi düpedüz düzen partisi olarak yorumluyor ve bu nedenle HDP ile çalışmayı reddediyor.   Benzer bir şekilde Sol Parti (eski ismi ÖDP), HDP’den uzak durarak, sermaye yanlısı CHP ile fiili bir ittifak halinde. Dahası HDP’deki bileşen örgütleri, HDP’nin kitlesel işçi partisi kurma sürecinin bir parçası olma potansiyelini anlayamıyor ve işçi sınıfının toplumu dönüştürme gücünü hafife alma eğilimindeler. Tüm bunlar, içinde yaşadığımız dönemde sosyalist örgütler üzerindeki fırsatçı baskıları yansıtmaktadır.

Bu nedenle, işçi sınıfı lehine uzun süreli kazanımlar kazanmak için demokratik merkeziyetçilik yöntemlerine dayanan devrimci, Troçkist bir örgüt kurmak önemlidir. İEK’nın dünya işçi haretindeki tecrübesi – özellikle Militan Eğilimin 1983  yılında Liverpool’daki belediye kesintilerine karşı başlattığı ve Liverpool işçi sınfında yer edinmesi, ve de 1990/1 yıllarında Thather’ın devrilmesiyle sonuçlanan 18 milyon insanın kanunları çiğnemeyi ve hapse girmeye göze alarak Militan’ın öncülüğünü ettiği kitlesel <kafa vergisini ödeme> kampanyasıİEK’nın fikirlerinin ve yöntemlerinin Türkiye işçi sınıfında önemli bir rol oynayabileceğini ve devrimci bir örgütün embriyosunu oluşturma potansiyaline sahip olduğunu gösteriyor. 

Özellikle Lübnan ve Irak’ta yolsuzluk ve yoksulluğa karşı kitlesel protestolar gösteriyorki, Orta Doğu’daki devrimci ve yarı devrimci ayaklanmalar Türkiye’de de benzer bir hareketi teşvik edebilir. Bölgedeki bu hareketler, patronlara karşı birleşik bir mücadelenin etnik ve dini bölünmeleri aşağıbileceğini göstermiştir. Hemen  hemen  tüm azınlıkların devlet tarafından bastırıldığı Türkiye gibi bir ülkede, tüm azınlıkların demokratik haklarını savunmak önemlidir. Ama bu aynı zamanda sosyalizm için mücadele ile bağlantılı olmalıdır.  Kitlelerin yaşam standartlarını dönüştürmek için, Türkiye’deki büyük şirketleri işçi kontrolü ve yönetimi altında kamu mülkiyetine alarak kapitalistlerin gücünü kırmak  gerekir. Bu,  nüfusun ezici çoğunluğunun ve çevrenin ihtiyaçlarına dayalı sosyalist bir üretim planının temelini oluşturacaktır. Sosyalist bir Orta Doğu ve sosyalist bir dünya için!

İEK Türkiye – Devrimci Sosyalist Sol 

Nisan 2020

Eğer yazdıklarımıza katıldıysanız ya da tartışmak ve eleştirilerinizi dile getirmek istiyorsanız, bize ulaşın. 

https://www.socialistworld.net/sign-up-to-become-a-supporter/

 

 

Special financial appeal to all readers of socialistworld.net

Support building alternative socialist media

Socialistworld.net provides a unique analysis and perspective of world events. Socialistworld.net also plays a crucial role in building the struggle for socialism across all continents. Capitalism has failed! Assist us to build the fight-back and prepare for the stormy period of class struggles ahead.
Please make a donation to help us reach more readers and to widen our socialist campaigning work across the world.

Donate via Paypal

Liked this article? We need your support to improve our work. Please become a Patron! and support our work
Become a patron at Patreon!
May 2020
M T W T F S S
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
25262728293031